Fırat kıyısında kazı yapan arkeologlar Hititler döneminden kalma bazı tabletler bulur. Saray yazmanı Patasana’nın yaklaşık üç bin yıl önce yazdığı bu tabletler Anadolu medeniyetleri üzerine önemli sırların açığa çıkmasını sağlayacaktır. Zor koşullar altında, sabırla çalışan arkeologlar kazı yapılan bölgede art arda işlenen cinayetler yüzünden baskı altında kalınca tabletlerin tamamının gün ışığına çıkması tehlike altına girer.
Coğrafya kaderdir
Ahmet Ümit Patasana’da Anadolu’nun belleğini kazıyor. İki farklı zamanda iki farklı koldan ilerleyen roman ortaya çıkardığı binlerce yıllık Anadolu resmiyle günümüz Türkiyesi’ni oluşturan şartları daha iyi anlamamıza imkân tanıyor.
...Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş…
Şapkacı’nın büyük bahtsızlığından nefsine karşı girdiği mücadeleyi kaybeden Müezzin’e, ancak gözlerini kaybettiğinde hatasını görebilen Köradam’dan bilge babasının mirasıyla hayata yeniden tutunan Kuyumcu’ya… Hatalar, pişmanlıklar, keder ve elemle örülü masallar ders çıkarmasını bilene huzurun sırrını vaat ediyor, çiğ süt emmiş insanı kendi hatalarında pişmeye çağırıyor.
Aydınlık bir göğü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış…
“Masal Masal İçinde” hep aşikâr olduğumuz Doğu’ya has masal geleneğinin tüm karakteristik öğelerini –kokusunu, rengini, tadını– Batı’nın çok katmanlı kurgu anlayışıyla bir araya getiriyor ve ortaya yerelden beslenen fakat evrensel olarak da kabul görür standartları başarıyla yakalamış bir roman çıkıyor.
Ahmet Ümit aile yadigârı masallarını taşıdığı çıkınını büyük bir cömertlikle seriyor okurlarının huzuruna.
“Oldukça iyi bir anlatıcı olan annemin düş dünyasını katarak zenginleştirdiği masalları büyük bir keyifle yazıya döktüğümü belirtmeden geçemeyeceğim.”
Polisiye roman denildiğinde akla ilk gelen yazarlardan Ahmet Ümit, bu kez okurlarının karşısına masal kitabıyla çıkıyor. Büyük küçük herkesin severek okuyacağı Masal Masal İçinde kitabı, Ahmet Ümit’in aile yadigârı masallarını içeriyor. Doğu ve Batı anlayışının birleştiği masallarla yerel unsurlardan beslenen ancak evrensel kitleye hitap eden bir roman ortaya çıkmıştır. Açgözlülük, sır saklamak gibi konularda da nitelikli dersler veren Masal Masal İçinde kitabını hemen satın alarak annesinin anlattığı masalları Ahmet Ümit’in kaleminden okuyabilirsiniz.
...Bir varmış bir yokmuş, yeryüzünde varlık çokmuş…
Akıl Ülkesi’nin Padişah’ıyla Hayal Ülkesi’nin Büyücü Kral’ının koca dünyayı paylaşamayarak tutuştukları savaş geride kalır. Fakat huzur ve mutluluk tüm canlılar için halen bir hayaldir. Öfke, korku ve en çok da sevgi yoksunluğu savaşların sonsuza dek süreceğinin habercisidir. İşte bu ümitsizlik devrinde iki isyankâr çıkar ortaya. Padişahın kızı ve kralın oğlu el ele verir, hamuruna sevgilerini kattıkları bir dünya kurmaya koyulurlar.
İyilik, doğruluk ve güzellik, onların varoluş nedeniymiş…
“Masal Masal İçinde”yle aynı çizgide ilerleyen Olmayan Ülke, nesilden nesile, kulaktan kulağa anlatılarak zenginleşmiş ve nihayet Ahmet Ümit’in kaleminde can bulmuş, yediden yetmişe herkesin severek okuyabileceği bir ütopya tasviri.
...Şah damarından da yakında bir katil.
Amerika’da yaşayan başarılı tarih profesörü Nüzhet, Fatih döneminde işlendiğini düşündüğü, tarihe bakışı değiştirebilecek büyük bir siyasi cinayeti aydınlatma gayesiyle döndüğü İstanbul’da sapında Fatih Sultan Mehmet’in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülür. Nüzhet’in eski sevgilisi, psikojenik füg hastası Müştak’ın katilin bizzat kendisi olabileceğine dair ciddi şüpheleri vardır.
Babalarını öldürmeyen çocuklar hiçbir zaman büyüyemezler
“Sultanı Öldürmek”, günümüzde geçen ve postmodern bir anlatıdan izler taşıyan diliyle hayli sürükleyici, zengin bir roman. Ahmet Ümit bu sefer Osmanlı’nın artık bir imparatorluğa dönüştüğü, zaferlerle birlikte daha cazip gelen iktidarı elde etmek için ihanet ve entrikaların yaygınlaştığı bir dönemi hikâyesine fon olarak seçiyor. Geçmişin ve günümüzün katilleri kurguda iç içe geçiyor.
Biri sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?”
...Senin olanı sana getirdim.
İngiltere’de yaşayan, İngiliz bir anne ve Türk bir babanın çocuğu Karen Kimya’nın yolu bir iş seyahati sebebiyle Konya’ya düşer. Hem işinde hem de özel hayatında çözmesi gereken dünyevi sorunlarıyla boğuşan Karen, Konya’da uhrevi gizemlerin de ortasında bulur kendini. Bir ırmak gibi akan doğrusal zamandan tüm zamanların iç içe geçtiği bir okyanusa yuvarlanan Karen’in elinden büyük bir derviş tutar. Bu derviş Şems-i Tebrizi’dir.
“Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet…”
Bab-ı Esrar’da Ahmet Ümit’ten beklenen alışılagelmiş polisiye yazım etkisini yitirmiyorsa da bilinçli bir kararla bir adım geriye çekiliyor ve roman sırlarla dolu mistik bir dünyaya açılıyor. Din ile aşk, inanç ile sevda arasındaki ilişkiyi bambaşka bir açıdan gözlerimizin önüne seren Bab-ı Esrar Ahmet Ümit eserlerinin içinde farklı bir noktada duran parlak, derin bir roman.
...İstanbul’da bir kanun adamı, sokaklarda bir suç bilgesi. Başkomser Nevzat, karmaşık cinayetleri çözerken insan ruhunun derinliklerinde gezinmeye devam ediyor...
Edebiyat bazen çok tehlikeli olabilir. Anna Karenina, Madam Bovary, Esmeralda ve daha birçok kadın roman kahramanı... Bu muhteşem kadınlara ulaşmaya çabalarken, önce doğru düşünme yeteneğini, sonra da yaşamını yitiren bir adam...
Kimsenin önemsemediği overlokçu bir kızın cinayeti bile önemli sırlar içerir. Katil ve maktul apaçık ortadaymış gibi görünse de hakikat çok derinlerde gizlenmiş olabilir. Ama ne kadar gizlenirse gizlensin, Başkomser Nevzat gibi vicdanlı polisler olduğu sürece karanlık aydınlanacak, adalet mutlaka yerini bulacaktır.
Aşk hiçbir zaman masum değildir. Petersburg’un soğuğundan, İstanbul’un sıcağına gelen bir Rus bilim insanı. İstihbarat servislerini birbirine düşürecek kadar gizemli bir kayboluş. Mutluluğu ararken kendini ölümün kıyısında bulan çaresiz bir âşık...
En zevkli anlar kanlı gerçeklere dönüşebilir…
Cinayetleri çözmek için sadece aklından ve deneyimlerinden değil, yaralı yüreğinden de güç alan Başkomser Nevzat, belki de en çok bu yüzden ayrılıyor benzerlerinden, belki de en çok bu yüzden seviliyor, okunuyor ve hatırlanıyor. “Aşkımız Eski Bir Roman”, onun bu zorlu serüveninde yepyeni bir halka...
“... mesleğini doğru yapmak için cesaret yetmez, aynı anda kocaman bir yürek ister. Ama o yürek çelikten yapılmıyor. Bir süre sonra el bombası gibi gümlüyor. O yüreği zamansız gümletmeyelim Ali. Zalimleri sevindirmenin âlemi yok.”
...Yıllar sonra karşılaşan iki üvey kardeş. Karanlık güçlerin tetikçisi Doğan... Yaşamın anlamını alkolde arayan eski gazeteci Adnan. Onların yaşamlarından Türkiye'nin yakın tarihi. Gündelik hayatımızı alt üst eden entrikalar, cinayetler, komplolar... Hep sözü edilen ama bir türlü gün ışığına çıkarılamayan o derin devlet. Gizli örgütler, idealist gençler, çıkarcı gazeteciler... Ergenekon'un yıllar önce yazılan romanı.
'Yaşam, kaybetmeyi öğrenmektir... Kaybetme maceramız daha ana karnından çıktığımızda başlar. Hiç emek harcamadan hüküm sürdüğümüz, dünyanın en güvenli, en yumuşak korunağını, ana rahmini kaybederiz önce. Bizden intikam almak için bekleyen dünya, sanki niye çıktın oradan dercesine, gözlerimizi yakan ışıkları, kulaklarımızı tırmalayan gürültüsü, sıcağı, soğuğu, açlığı, kiri, hastalığıyla saldırır üzerimize. Ama biz de öyle kolay kolay pes etmeyiz. Kaybettiklerimizin yerine anında başka bir şey koyarız. Hem cennetimizi yitirsek de o kutsal yerin sahibi olan annemiz bizimledir, üstelik yanında bir de baba verilmiştir emrimize. Dışarıdaki dünyaya alışmaya başlayınca, kaybettiğimiz cenneti hemen unutuveririz. Ancak büyüdükçe, bize gösterilen ilgi günden güne azalır. Azalan ilgi dünyanın bizden ibaret olmadığını gösteren bir uyarıdır aslında. Ama bu uyarıyı görmezden geliriz. Düşler kurar, hayaller uydurur, kaybettiklerimizin yerine yenilerini koyarak dünyayı kendimiz sanmayı, bu güzel yalana kanmayı sürdürürüz."
...
Kayıp babasıyla doğacak çocuğu arasında kalmış bir kadın... Hayatın anlamını arayan bir insan: Karen Kimya... Kapıları sırlara açılan bir kent... Sırların mucizelere dönüştüğü geceler. Mucizelerin hakikat sayıldığı zamanlar... Yedi yüz yıl öncesinden gelen bir fısıltı... Aşkı sadece aşkla tartanların ıtırlı soluğu... Ölümün yok edemediği bir sevda... Yıllara direnen bir sevgi; Şems-i Tebrizi ve Mevlâna Celaleddin-i Rumi... Günümüzden yedi yüz küsur yıl öncesine uzanan gerilim dolu, heyecan yüklü, mistik bir serüven...
“Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu. Ürkütücü bir serinlik içinde yüzüyordu ağaçlar. Kış güllerinin katmerlenme vaktiydi, nergislerin tazelenme demi. Yedi kişi girmişti bahçeye... Yedi öfkeli yürek, nefretin ele geçirdiği yedi akıl, yedi keskin bıçak. Yedi lanetli adam bahçenin sessizliğini yedi parçaya bölerek yürüdü kurbanlarının bulunduğu tahta kapıya...
Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Cinayetin tek tanığı dolunaydı. Hiç şaşırmadan, ürpermeden, korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından. Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya. En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini. Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana.
Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet…
...